14 Mayıs 2012 Pazartesi

Ne desem bilmem ki!..



Olur, olmaz her şeye ağlayan 'Anne' kocasının ölüm haberi aldığında evi badana ediyordu... Elinde
badana fırçası olduğu yere çöktü, kaldı...
Ağlamadı...
Konuşmadı da...
Günlerce konuşmadı...
Demiryolcu olan kocası bir tren kazasında ölmüş, beş çocukla dul kalmıştı.
Büyük kızı evliydi, bir sonraki kızı Hukuk Fakültesi'ne gidiyordu.
40, 50 bin nüfuslu bir doğu kentinde kızını ta Ankara'lara, hukuk fakültesine göndermek kolay bir iş değildi o dönemde.
Hısım, akrabanın konu, komşunun fiskoslarına aldırmamış okumaya göndermişti kızını...
Büyük oğlu lisede, ortanca oğlu ortaokulda, en küçük oğlu ise ilkokulda okuyordu.
Çocukken gönderildiği Kuran Kursu'nda Arapça ve Osmanlıca öğrenmişti.
Türkçe okuyup, yazmayı çocukları ilkokula başladıktan sonra, onlara ders çalıştırmak için öğrendi...
Bu sayede tanıştı dış dünya ile.
Kocasının her akşam eve getirdiği gazeteleri okuyarak...
Akıllıydı...
'Reis' derdi kocası ona...
Her türlü ev işinden başka tarla, bahçe işleri ile de o ilgilenirdi...
Buna rağmen çok severdi kocasını.
Hala da çok sever.
Arada bir rüyasında görür onu.
Gördüğü rüyayı unutmasın diye gecenin bir yarısı çocuklarını uyandırıp anlatır...
Çocuklarını büyütüp, yetiştirmesi ise uzun hikâye...
Kocasının ölüm haberini aldıktan üç gün sonra ağzını ilk kez açtığında söylediği ilk cümle 'gideceğiz buradan' oldu.
Bu karara karşı çıkan hısım akrabaya 'çocuklar' diyerek direndi. 'Onların okuması lazım.'
Tanıdık berberlerin, terzilerin, iyi niyetli 'çırak alma' tekliflerini kulak arkası etti.
O güne dek saygıda kusur etmediği kaynanasının 'Orospu olmaya mı gidiyorsun Ankara'ya' sözünü ise tınmadı bile.
Yıllar sonra 'O da haklıydı' demişti. 'Genç yaşta yitirdiği tek oğlunun yanı sıra bir de O'nun yadigârlarından, torunlarından ayrı düşmenin acısı ile söyledi o sözü'.
Yapılırken kerpicini, harcını sırtında taşıdığı evini kiraya vererek, tası tarağı toplayıp bir vagona yükledi. Çocukları ile beraber bir kompartımana doluşup Ankara'ya gitti...
Bütün okullara yakın olmasına dikkat ederek bir ev kiraladı. Çocuklarını yürüme mesafesindeki okullara kaydettirdi.
Okul tatillerinde memleketine gidip yıllık erzakını yaptı ama yine de zordu hayat. Kira, okul masrafları ağır gelmeye başladı. Oğullarına kıyamıyordu ama 'Abla'ya nazının geçeceğini biliyordu. Fedakârlığı ondan istedi. Abla hukuk öğrenimini bırakıp, demir yollarında işe girdi.
Çocuklar, ne yaşanılan hayatın zorluğunu fark etti, ne de babasızlığı.
Hepsi okudu.
Büyük oğlu devletin açtığı sınavları kazanarak gittiği Almanya'dan yedi yıl sonra doktorasını yaparak döndü. Kısa sürede profesör oldu.
Ortanca oğlunun küçüklüğünden bu yana merak sardığı tiyatrodan vazgeçmeyeceğini anlayınca ancak bir üniversite bitirmesi ve daha da önemlisi yedek subay olarak askerliğini yapması koşulu ile 'tiyatrocu' olmasına izin verdi.
Şimdilerde o'nu sahnede, tv ekranlarında görüp, kocasının ölüm haberini aldığı zaman tuttuğu gözyaşlarını esirgemiyor.
Söylemeyi unuttum.
O, yani 'Anne' sadece mutluluk duyduğunda ya da duygulandığında ağlar...
Küçük oğlu da en büyük ağabeyin izinden giderek akademik kariyerini tamamladı. Profesör oldu...
Yaşı bilinmiyor 'Anne'nin.
En az 85'indedir diye tahminler yapılıyor.
Belki de 90!..
Üç büyük ameliyat geçirdi. Tansiyonu ancak ilaçlarla dengede duruyor. Romatizma ve yaşlılık bir zamanlar taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar güçlü olan adalelerini bitirip, tüketti. Yatağa bağlandı. Tekerlekli yürütecinin yardımı ile tuvalete gidebiliyor ancak.
Ve buna şükrediyor...
Her zaman ilgi duyduğu dış dünya ile tek bağlantısı katarakt ameliyatına rağmen okumakta zorlandığı gazeteler.
İşitme cihazı ise hiç işe yaramıyor.
Dudak okuyarak anlaşıyor etrafı ile...
Yine de mutlu.
Tek pişmanlığı son seçimlerde Ecevit'in partisine verdiği oy.
Tek dileği ise kimselere, özellikle de yatağa bağlandıktan sonra kendisine çiçekler gibi bakan çileli kızına 'Abla'ya daha fazla yük olmadan sessizce ölmek...
Ölüp cennete gitmek ve orada henüz otuz beş yaşındayken yitirdiği kocası ile buluşarak 'Adam'ına; 'çocuklarını vatana, millete hayırlı birer evlat olarak yetiştirdiğini ve 'kendilerini kurtardığı'' müjdesini vermek...
Anneler gününde 'Annem' geldi aklıma...
Şöyle ya da böyle Anadolu'daki yüz binlerce anneye olduğu kadar sizin de annenize benzeyen kendi annem...
Ne desem bilmem ki!..
Ne desek!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder