23 Nisan 2012 Pazartesi

Gittin!

 
 
Gittin!

 Gelmelerinde gizli gidişlerin varmış aslında, fark edememişim..
Uçsuz bucaksız sandığımız bu yol; aslında dar bir sokaktan başka bir şey değilmiş..
Yan yana gelemeden, elinin sıcaklığı yüreğime işlemeden, gözlerinin maviliğinde boğulamadan gittin..
Ne çabuk yoruldun oysa ki..
... Ben senin avucunun içindeki yollarda kayboldum..
Kader çizgileri derlerdi, haklılarmış..
Benim kaderim ellerinde çiziliymiş..
Sen en çıkmaz yolummuşsun meğer..
Ben seni bulmaya çalıştıkça kaybetmişim..
Umarsız bir hastalık gibi yayılırken yüreğime, seni bir giz gibi susuşlarımda saklamışım…
Kelimeler yardım etmediğinde sana derdimi anlatmaya, boğazımdan bir düğüm çıkarmışım..
Yağmurlu günlerin ıslaklığını sensiz yaşadım..
Hani haberin olursa diye gözyaşlarımdan, sensiz bu kadar aciz olduğumu görme diye hep yağmurlarda ağladım..
Aslında gözyaşlarımın yanağımda yaptığı yolu gör istedim..
O yoldan bir gün sende geç istedim..
Bir gün uyandığında sol yanın yansın istedim..
Kilitler vurdum gel diyişlerime, paslı kaldım sensizlik sığınağından..
Anlatamadım kimselere; sen gitmeyenimdin..
Bana benden çok yakın bildiğimdin..
Oysa sen Gittin!
Yokluğuna gebe geceler her güneş batışında sensizlik doğurdu..
Ben sensizlikten eksildim, yok oldum günden güne..
Herkesi sığdırdığın kalbine, bir benlik yer açamadın sadece..
Sen gittin!
Ben yokluğumu varlığına armağan ettim..
Giderken bastığın topraklara gelişler ektim..
Tek mevsim yaşadım ayrılığı; hep yağmurlu hep sonbahar..
Sensiz cinnetler biriktirip yokluğunun yarattığı kaosla savaştım..
Bir gün aralayacağını bilseydim kapımı; bu savaşın kahramanı ben çıkardım..
Ama sen..
Ama sen gittin!
Sen önümüze çıkan ilk yol ayrımında terk ettin!
Sen gidince bu şehirden; dar geldi bana dünya, misafir saydım kendime kendimi..
Geç oldu artık..
Bende kendimde çok duramadım..
GİTTİM!..

22 Nisan 2012 Pazar

Bahar yorgunluğu nedir?

 
Bahar yorgunluğu nedir? Belirtileri nelerdir?

Bahar yorgunluğu, hemen herkesin mevsim dönüşlerinde hissedebildiği bir takım ruhsal ve bedensel belirtilere verilen genel isim olarak ele alınıyor.

Havaların ısınmasıyla birlikte birçoğumuz için yataktan kalkmak çok daha zor bir hal alırken gündelik işleri yaparken daha isteksiz olabiliyoruz. Bu durumu genellikle değişen hava koşullarına bağlasak da, uzun süren yorgunlukların ciddiye alınması, altta yatan başka bir sorunun da geçiştirilmesini engellemiş oluyor.

Bazı dönemlerde yeterli besin alınmaması, vitamin ve minerallerin eksik kalması, tiroit bezinin çalışma düzensizlikleri, tansiyon - kalp - enfeksiyon hastalıkları, sigaranın fazla kullanılması yorgunluk belirtilerini artıran unsurlar olarak sıralanıyor.

Bahar aylarında yorgunluk neden artıyor?

Bahar aylarında havadaki elektrik yükü artıyor. Pozitif ve negatif yüklü iyonların artması da insan biyoritminde olumlu ya da olumsuz etkiler yaratıyor.

Pozitif iyonlar insanı daha zinde hissettirirken, negatif iyonların artması insanın kendini daha halsiz hissetmesine ve yorgunluk belirtilerinin ortaya çıkmasında etkili oluyor. Ayrıca bahar aylarında, aslında vücudumuz daha aktif olmamızı sağlayacak hormonlar salgılanmasına karşın eğer ortada vitamin eksikliği, beslenme bozukluğu varsa, vücut buna aynı uyumu gösteremiyor ve yorgunluk hissi artıyor.

Ayrıca bu aylarda neşeli ve enerjik olunmasının da temel nedenlerinden biri yine hormonlar. Bazı hormonlar karanlık ortamlarda daha fazla salgılanırken, bazı hormonlar ise insan metabolizması gereği güneş ışığı gördüğünde daha fazla salgılanıyor.

Yazın güneşin fazla görüldüğü dönemlerde ise depresyondan çıkışı kolaylaştıracak, daha neşeli hale getirecek hormonlar salgılanıyor.

Ancak kişinin ruhsal yapısı da bu durumdan ne kadar etkileneceğinde belirleyici oluyor. Örneğin eğer kişi depresif bir yapıya sahipse herkesin neşelendiği bir ortamda kendini daha depresif hissedebiliyor.

Yorgunluktan korunmak için neler yapılabilir?

Yorgunluğu gidermek için vitamin ve besin destek ürünlerinin alımı büyük önem taşıyor. Mümkün olduğu kadar sadece bahar aylarında değil, kış aylarında da eksik olan vitaminlerin alınması bahar yorgunluğunu fazla hissetmeden o dönemin geçirilmesini sağlar. Özellikle B ve C vitaminleri, potasyum ve çinko içeren besinler önemlidir. Yeterli düzeyde karbonhidrat alımı yorgunluktan korunmada önemlidir. Vücut enerjisinin yüzde 50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmaktadır.

Rafine edilmemiş karbonhidratların tüketimine ağırlık vermeliyiz. Bunlar taze meyve ve sebzelerde, tam buğday ekmeği ve tahıllarda bulunan karbonhidratlardır. Protein, dokularımızın temel taşı olduğundan diyetimizde yeterli düzeyde proteine yer verilmeli.

Mevsim meyve ve sebzeleri de daha az kimyasal maddeye maruz kaldığı için daha sağlıklıdırlar. Bu nedenle sebze ve meyvelerin mevsiminde tüketilmesi önem taşıyor.

Enerjimizi doğru kullanmanın da yorgunluk giderilmesinde faydası var mıdır?

Yorgunlukla baş edebilmek için öncelikle enerjinin doğru kullanılmasının öğrenilmesi gereklidir. Çalışma ve dinlenme periyotlarımızı ayarlamalıyız. Kısa ve sık dinlenme aralıkları yorgunluğun ortaya çıkmasını önleyebilir.

Çalışırken vücut mekaniklerini doğru kullanarak kas ağrılarını engelleyebiliriz. Çalışma ortamının iyi havalandığından emin olmalıyız. Çok sıcak veya çok soğuk ortamlar vücudumuzda ekstra bir stres yaratır.

Vücudun susuz kalması yorgunluğu artırır mı?

Vücudun çok hafif düzeyde susuz kalmasının dahi metabolizmayı yavaşlattığını hatırlatılırken, günde en az 8-10 bardak su içilmesi ve kahve ile çayın mümkün olduğunca az tüketilmesi gerekiyor.

Düzenli egzersiz olarak neler yapılabilir?

Düzenli egzersiz ile metabolizma hızlanır ve dinlenmiş duruma göre daha fazla enerji oluşumu sağlanır. Kalp damar sisteminin ve solunumun düzenlenmesini, dokulara yeterli düzeyle oksijen taşınımını sağlar. Özellikle aerobik tipte olan yürüyüş, koşu, bisiklet, yüzme, dans gibi egzersizler tercih edilmelidir.

Sürekli yorgunluk hissi ne gibi hastalıkların belirtisi olabilir?

Yorgunluk, vücudumuzun fiziksel çalışmaya, psikolojik strese, uykusuzluğa verdiği fizyolojik bir cevap olarak tanımlanıyor. Yorgunluk fizyolojik bir cevap olabildiği gibi bazı hastalıkların ön belirtisi olarak da ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle yorgunluk uzun sürdüğünde mutlaka altta yatan nedenlerin araştırılması gerekiyor.

Kansızlık, enfeksiyonlar, bağışıklık sistemi hastalıkları, tümörler, yeme bozuklukları, tiroit hastalıkları, kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji, uyku bozuklukları, stres, depresyon gibi sebepler yorgunluk için araştırılması gereken sorunlar arasında geliyor.

Ne zaman doktora başvurmak gerekir?

Yorgunluk uzuyor ve kişinin gündelik işlevlerini bozuyorsa, ya da okul veya işyerindeki performansını engelliyorsa artık onu bahar yorgunluğu diye geçiştirmemek gerekiyor.

Elbette bu durumun ortaya çıkmasında mevsimlerin, ışığın, ısının rolü var. Ama bahar yorgunluğu diye geçiştirildiği takdirde tedavisi gecikebilecek bazı psikiyatrik durumlar da var. Sadece psikiyatrik değil, hem bedensel hem ruhsal belirtilerle giden başka durumları da unutmamak gerekli.

Uzun süren yorgunluklarda, en başta depresyon, daha sonra, kaygı bozuklukları, demans, eşzamanlı alkol ve/veya madde kullanımı, birincil uyku bozuklukları, yeme bozuklukları, hatta şizofreninin bile tanılar arasında düşünülüp dışlanması gerekiyor.

Bir de, toplumda daha az bilinen, esas olarak fonksiyonel bedensel belirtilerle giden, eskiden “nevrasteni” tanısı altında ele alınan bazı rahatsızlıklar var. Bunların başında da fibromiyalji ve kronik yorgunluk sendromu geliyor.

Prof.Dr.Birsel Kavaklı

Fiziksel Hastalıkların Yansıdığı Ruh Dili -1-




Metafizik uzmanı ve psikanalist-yazar Gökhan Hani'nin Ruh genetiği alışmalarında karşısına çıktığı fiziksel hastalıkların ruhdili yansımalarını yorumladı. Tüm fiziksel hastalıkların bir ruh yapısı hali ve bozukluğunun olduğu gerçeği artık bilinmektedir.
Sizde hastalığınızın ve hastalıklarınızın ruhsal yansımasını öğrenmek ister misiniz?


Epilepsi(sara):Eziyet çekme. Hayatı reddediş, hayatla büyük bir mücadele verme, kendine yönelik şiddet.

Şişmanlık: Korunma isteği, aşırı duyarlılık, rahat yaşama isteği.

Kistler: Acı olaylara takılma, acılarla beslenme ve sahte büyüme.

Diyabet(Şeker Hastalığı):Geçmişteki seçimlerden pişmanlık duymak. Hayatı kontrol altına alma ihtiyacı. Derin üzüntü.

İshal: Korku, reddetme, kaçmak.

Baş dönmesi: Kaçış, dağınık düşünce, Görmeyi reddetme.

Kulak ağrısı: Kızgınlık, aşırı yüklenmek, fazla kargaşa, kavga eden ana ve baba.

Egzama: Aşırı muhalefet, düşmanlık, zihinsel değerler dizisi.

Ödem: Kendine zarar veren olayı veya düşünceyi bırakmaktaki güçsüzlük.

Kistik Fibroz: Hayatın size mutluluk getirmeyeceğine dair derin inanç, kendini zavallı görme.

Boğaz sorunları: Kendi adına konuşamamak, çok sessiz kalmak, yutulmuş kızgınlık, tıkanmış yaratıcılık, değişme korkusu.

Tiroidi: Aşağılanmak, İstediklerini yapmakta zorlanma. Sabırsızlık.

Kulak çınlaması: Dinlenmeyi reddetmek, içindeki 6.hisse kulak vermemek, inatçılık.

Bademcikler: Korku, bastırılmış duygular, düşünce bozukluğu.

Diş hastalıkları: Uzun süreli kararsızlık, karar vermek için düşünceleri analiz edememe.

Sinüs sorunları: Çok yakın bir insandan tedirgin olma veya güvenememe.

Cilt sorunları: Takıntılı duygu ve düşünceler, Endişe, kaygı, eski derine gömülmüş bir tehlike, dokunulma ihtiyacı.

Horlama: Kalıplaşmış düşüncelerden kurtulma ihtiyacı ve ortam değişikliği.

Kekemelik: Güvensizlik, kendini ifade etmekte zorlanma, Ağlamasını zorlayarak bastırması.

Karın Ağrısı: Zihinsel tahriş, sabırsızlık, çevreden duyulan rahatsızlık.

Kabızlık: Eski düşüncelerden sıyrılamama, geçmişe saplanmak, bazende cimrilik.

Koroner Trombos(kalp-damar tıkanıklığı):Yalnızlık duymak ve korkmak. Yeterince bir işe yoğunlaşamamak ve başarısızlık korkusu, panikleme.

Kramplar: Gerginlik, korku, kendini çok sıkmak her konuda.

Çıban: Kendine yapılan haksızlığa karşı ruhun fiziksel tepkisi, sinirsel tepkinme, aşırı hissel ruh hali.

Kolesterol:Haz kanallarının tıkanması,haz almakta zorlanma.Haz alma korkusu.

Kronik hastalıkları:Değişimi reddetmek,gelecekten korkmak,kendini güvende hissetmemek.

Soğuk algınlığı:Aynı anda birden çok işi yapma isteği,zihinsel karışıklık,incilme ve yalnızlaşmalar.

Denge kaybı:Dağınık düşünceler,kararsızlık.

Kellik:Korku,gerginlik,her şeyi kontrol altına alma istemi,aşırı cinsel istem.

Geğirme:Hayatı çabucak öğrenme istemi.Rahatta olduğunun ama kaygıların devam ettiği durum.

İdrar sorunları:Endişe,bazı şeylerden bıkkınlık,eski düşüncelere saplanma.

Kanama:Haz alma duygusunu yitirme.Kızgınlık.

Dişeti kanamaları:Hayattan aldığı kararlarda yanlış yapma.İşlerin yolunda gitmemesindeki gerçek sebebi.

Uçuk ve kabarcıklar:Korku,duygusal korunma yoksunluğu.

Astım:Boğulmuşluk duygusu ve iç sorunların veya kompleklerin devamlı bilinçdüzeyine çıkması.

Astım Nöbeti:Korku,hayata güvenmeme,bir yanın hep çocuk kalma.

Kurdeşen dökme:Küçük ve gizli saklanmış korkular.

Hipertiroid:İstenen şeyi yapamamaktan duyulan aşırı düşkırıklığı.Önce canan sonra
can denen ruh hali.

Hipoglisemi:Hayatın büyük yükü altında ezilme ruh hali.

İktidarsızlık:Kendini ezik ve yetersiz görmek,bazı işlerde başarısızlık,panik,cinsel baskı,gerginlik ve suçluluk hissi.Eşe duyulan hoşnutsuzluk ve geçmiş yaşantısında anne korkusu.Kız çocuklarıyla çok arkadaşlık etme.

Hazımsızlık:İçgüdesel korku,kaygı,başa çıkamama.

Grip:Kitlesel karamsarlık ve inançlara uyum,korku ve modaya uymama.

Deli-doluluk:Aileden kaçış.Bayanlara aşırı düşkünlük,iletişimde suçluluk.

Uykusuzluk:İçsel kaygı,aşırı sabır tüketimi,kaygı,korku,birşeyin çok etkisinde kalma,bazı çözülmesi gereken problemleri çözememe.Aşırı sabırsızlık.

Kaşınma:Doyumsuzluk,tutkun olma ve esaret.

Sarılık:İçsel ve dışsal ön yargı.Korku,dengesiz mantık.İçsel ve dışsal korku ve panikleme.

Ülser:Korku.yetersiz olduğuna dair duyulan güçlü inanç,stres.

İdrar yolları enfeksiyonları:Genellikle karşı cinse veya sevgiliye duyulan öfke.Başkalarını suçlama alışkanlığı.

Rahim akıntısı:Eşe duyulan kızgınlık,cinsel suçluluk duygusu,kendini cezalandırma.

Varis:Bulunduğu yerden ve konumdan rahatsızlık duymak.Monotonluk ve rutinlik,Aşırı yük altında bulunmak.

Cinsel hastalıklar:Cinsel organların günah ve pislik yuvası olduğuna inancı, suçluluk, Cinselikte yanlış yapmak inancı.

Fiziksel Hastalıkların Yansıdığı Ruh Dili -2-




 Metafizik uzmanı ve psikanalist-yazar Gökhan Hani'nin Ruh genetiği alışmalarında karşısına çıktığı fiziksel hastalıkların ruhdili yansımalarını yorumladı. Tüm fiziksel hastalıkların bir ruh yapısı hali ve bozukluğunun olduğu gerçeği artık bilinmektedir.
Sizde hastalığınızın ve hastalıklarınızın ruhsal yansımasını öğrenmek ister misiniz?

Siğil: Küçük nefretler duyma, çirkin olduğuna inanma.

Aids: Kendini reddetmek, cinsel suçluluk ve yetersizlik duygusu.

Alkolizm: Yararsızlık, geçmişe özlem ve tıkanma, suçluluk, yetersizik duygusu, kendini reddetme.

Alerjiler: Kendi gücünü reddetme.

Alzheimer: Yaşamı terk etme arzusu. Hayatı olduğu gibi kabul edememe.

Anüs kanaması: kızgınlık ve öfke.

Anksiyete(kaygı):Hayatın akışına ve gidişatına güven duymama.

Apandisit: Korku, korunma ihtiyacı, duyguları yargılamak.

Nasırlar: Katılaşmış kavram ve düşünceler ve somut kokular.

Kanser: Derin acı, uzun süre taşınan kırgınlık, sır, hüzün bedeni kemirmesi. Nefreti içine gömmek. Çok büyük bir acıyı ruhundan atamam.

Beyinde tümör: Yanlış programlanmış inançlar. İnatçılık, dik kafalılık, değişime açık olunamama.

Barsak sorunları: Eski ve ihtiyaç duyulan şeyi atmaktan korkmak.

Kemik sorunları: Otoriteye karşı tepki, kasların ve düşüncenin esnekliğini kaybetmesi.

Kan basıncı: Uzun zamandır çözülemeyen duygusal sorun.

Kan sorunları: Sevinç yoksunluğu ve düşüncelerin özgürce dolaşamaması.

Kas sorunları: Aşırı korku. Herkesi ve her şeyi çılgın bir şekilde kontrol altına alma arzusu, güven duymanın derin ihtiyacı.

Tırnak yemek: Çaresizlik ve düş kırıklığı, kendini içsel yemek, anne babaya duyulan öfke.

Mide bulantısı: Korku, bir fikri ya da edinimi kabul edememe.

Boyun ağrıları: Soruna bir başka açıdan bakmayı reddetmek, inatçılık, esnek olamama.

Sinir krizi:Benmerkezcilik,iletişim yollarını tıkamak.

Sinirlilik: Korku, evham, mücadele, acelecilik. hayata güvenememek.

Karaciğer sorunları: Sürekli şikâyet etmek. Kendini devamlı kandırmak. Haklı çıkmak için sürekli başkalarında hata bulmak. Kendini kötü hissetmek.

Akciğer sorunları: hayatı kabul etmemek, depresyon, üzüntü, dolu dolu bir yaşama kendini layık görmeme.

Menopoz sorunları: Artık istenmemekten korkmak, yaşlanma korkusu, kendini kabullenmeme.

Aybaşı sorunları: Kadın olmaktan duyulan suçluluk duygusu, cinsel organların günah ve pis olduğu inancı.

Migren: Köşede sıkışıp kalma duygusu, cinsel korkular.

Dudak uçuğu: Korku, hayatı küçümseme alışkanlığı, kendini ve başkalarını aşırı eleştirme, herşeyde fazla eleştirişsel detay arama.

Bunama: Çocuğun güven dolu sanılan dünyasına geri dönmek. Bakım ve ilgi talep etmek. etrafındakileri bir çeşit kontrol etme yolu. kaçış.

Bitkinlik: Can sıkıntısı, yaptığı işi sevmemek, yaşamdan uzaklaşma.

Kadın sorunları: Kendini dişiliğini, dişilik prensibini reddetme.

Fibroid tümör ve kistler: Eşe derinden kırılma ve bu kırgınlığı besleme, kadınlık benliğine darbe vurma.

Gastrit: Uzun süren kararsızlık ve stres

Guatr: Üzerindeki baskılara duyulan nefret, doyumsuzluk ve lüzumsuz- büyük konuşmak.

Gut hastalığı: Tahakküm etme ihtiyacı, sabırsızlık, kızgınlık.

Herkes: Cinselliğin ayıp olduğu toplumsal inancı kabul etme. Cezalanma kabullenme, cezalanma ihtiyacı, utanç duygusu.

Hepatit: Değişime direnç, korku, kızgınlık, nefret. Öfke ve gazap.

Hemoroit: Geçmişe duyulan kızgınlık, geçmişin sorumluluğu altında ezilme.

Saman nezlesi: Duygusal tıkanma, zamanla yarış, suçluluk.

Dişeti hastalığı: Nefret, kıskançlık, sevgi eksikliği, çok hareketlilik.

Kalp krizi: Uzun süreli duygusal sorunlar, özlem ve kalbin katılaşması, stres, zorluklar.

Sedef:Çocukluktan başlayan ailevi sorunların içinde kalma ve bu sıkıntıyı ilerleyen yaşa göre üzerinden atamama,hep yerinde sayma,sorunları içte biriktirme.


 
hadi gel...
aslını göster
suretin çok zalim...
 

Biz buna evlilik diyoruz."

Ünlü İngiliz yazar Bernard Shaw, son yıllarında evinin bahçesiyle çok uğraşıyordu. Bir gün eşini ziyarete gelen yaşlı bir hanım, onu elinde çapa, iki büklüm olmuş durumda görünce tanıyamadı. Gözlüklerini düzelttikten sonra "Günaydın bahçıvan efendi" dedi. "Sir Bernard Shaw'un yanında ne zamandır çalışıyorsunuz?" Bernard Shaw gülümseyerek yanıt verdi kadına:

"Kendimi bildim bileli..."

Bir evde ...
bu kadar uzun zamandır çalışan bahçıvan kadının ilgisini çekmişti. "Peki" dedi. "Verdikleri ücret sizi geçindiriyor mu?" Bernard Shaw bir an düşündü ve "Doğruyu söylemek gerekirse" dedi. "Yalnızca yiyeceğimi veriyorlar." Kadın tüm yaşamını yalnızca yiyecek karşılığı çalışarak geçirdiğini söyleyen bu bahçıvanı kaçırmak istemiyordu. "Size bir iş önerim var" dedi. "Bizde çalışırsanız size yiyecek ve giyeceğiniz yanı sıra yeterli para da veririz."

Shaw kadının önerisine saygıyla yanıt verdi:

"Teşekkür ederim bayan" dedi. "Ama bu önerinizi kabul edemem, çünkü ben bayan Shaw'a yaşam boyu bağlıyım." Kadın duyduklarına inanmakta zorlanarak karşı koydu: "Ama..." dedi. "Bu tutsaklıktan başka bir şey değil..."
Bernard Shaw kadının gözlerinin içine bakarak gülümsedi bu kez:

"Hayır, sayın bayan" dedi. "Biz buna evlilik diyoruz."
 

Yaşam Sınavı...

 

 Birkaç yıl önce bir cuma günü öğleden sonra, Los Angeles’ten Palm Springs’e giden yoldaydım. Los Angeles çevre yolunda trafiğe çıkmak için çok uygun bir zaman olmamasına karşın, arkadaşlarla dinlendirici bir hafta sonu geçirmek için çöle gitmeye can atıyordum.

Los Angeles’in dış mahallelerinde, önümdeki arabalar durmaya başlamıştı. Arabalardan oluşan uzun bir kuyruğun arkasında d...
urduğum sırada, dikiz aynama göz attım ve arkamdaki arabanın durmadığını gördüm.

Araç çok büyük bir hızla bana doğru geliyordu. Sürücünün bana çarpmak üzere olduğuna dikkat etmediğini fark ettim, hem de şiddetle çarpacaktı. Onun bu hızı ve önümde durmuş olan arabayla burun buruna olduğum gerçeği yüzünden büyük bir tehlike içinde olduğumu biliyordum. O anda ölebileceğimi fark etmiştim.

Direksiyonu sıkıca kavramış olan ellerime baktım. Ellerimi bilinçli olarak sıkmamıştım; bu doğal halimdi, yaşamı yaşama biçimim. Bu biçimde yaşamayı istemediğim gibi, bu biçimde ölmek de istemediğime karar verdim. Gözlerimi kapadım, bir soluk aldım ve ellerimi yana indirdim. Kendimi serbest bıraktım. Kendimi yaşama da, ölüme de teslim etmiştim. Araç o anda büyük bir güçle bana çarptı.

Yumruk ve açılan eller...

Hareket ve gürültü kesildiğinde gözlerimi açtım. İyiydim. Önümdeki ve arkamdaki araba mahvolmuştu.

Benim arabamsa akordeona dönmüştü. Polis bana gevşemiş durumda olduğum için şanslı olduğumu, çünkü kas geriliminin şiddetli yaralanma olasılığını artırdığını söyledi. Bana bir armağan verildiği duygusuyla yürüdüm. Bu armağan yalnızca yaralanmamış olmam değildi, bundan daha büyüktü.

Yaşamı nasıl yaşadığımı görmüştüm ve bana değiştirme olanağı verilmişti. Sıkılmış bir yumrukla yaşamıştım, ama artık onu açılmış ellerimle tutabileceğimi fark ettim, sanki avuçlarımın içinde duran bir kuş tüyü gibi... Ölüm karşısında korkumu bırakacak denli yeterince gevşeyebilirsem, artık yaşamdan da gerçekten zevk alabileceğimin farkına varmıştım. O anda kendimi daha önce hiç olmadığı denli kendime bağlı duyumsadım.

Alıntı...

mecburen yasam


 Hayat ,yasam dedigimiz nefes alisverislerimizde,

alistigimiz beraberliklerde,
...
aniden karsimiza cikiveren ozlemler getiriyor adina veda dedigimiz avuntularda.
Tipki ressamin Tuvale kendince karaladigi mutlulugundan,bizim bakipta anlayamadigimiz cizgilerde, sana gore resim , bana gore naturmort ,dedigimiz saskinlikta.
Tam da alistigimiz yasam Tuvalinde ,aniden beyaz veya siyah bosluklar olusuverdiginde.esmer gunlerdeki yalnizliga dususleriyle.
Elveda deyivermek zorunlulugunda kalivermekmis meger..

Meral tice

Frederick Mayer..

 
Dünyadaki insanların en mutlusu en az bencil olanıdır.
 Korkunç bir hastalığı yok etmeye çalışan bilim adamı,
bilgisizlikle savaşan öğretmen,
kendisini barışa çağıran devlet adamı,
hak ve adalet için savaşım veren hukukçu,
çocuklarına ahlak değerlerini öğreten anne baba...
Yalnızca büyük bir dava uğruna kendi dar
çerçevesinin dışında yaşayan bir kişi, derin bir mutluluğa kavuşur.

Frederick Mayer..

Sevgili Yavrularım;

 
 

 Bugünü iyi değerlendirin;
biraz oku,
biraz öğren,
... biraz düşün,
biraz çalış,
şarkı söyleyip dans et biraz.
Kendine ve başkalarına özen göstermeyi,
aldığını yerine koymayı,
dağıttığını toplamayı unutma;
paylaş,
hak yeme,
hakkını yedirme,
kimseyi üzme kendinde üzülme,
gerekirse özür dile.

Hanifi Özdemir..

Mutluluk bir yol mudur...?


Nevin Isik

Sevda Kavruk

Meral Tice

Zeynep Hilal Tekalev

Gulsen Tutuncu

Nalan Bsy

Filiz Gürer Yücel

Simten Sözeri

Feride Pürçekli

Suzan Kuran

Inci Agyir

Sevinç Turhal

Goethe Der ki;


Bugün kendimizi felsefenin tesellisine bırakalım mı?

Ne istediğini açıkça bilen, bıkmadan ilerleyen, amacına ulaştıracak araçları elde etmeyi ve kullanmayı bilen insana saygı duyarım; amacının büyük mü küçük mü olduğu, övülmeye mi yerilmeye mi değer olduğu benim için daha sonra gelir.

...
Büyük adamın dostları olabilir; ama o dost olamaz.

Dindarlığı, sofuluğu amaç sayan kişiler, çoğunlukla sahtekardır.

Hiç kimse, özgür olmaksızın kendini özgür sanan kimseden daha çok köle değildir.

Yığın, her yeni karşılaştığı önemli şeyde, "Neye yarar?" diye sorar; haksız da değildir. Çünkü o, bir şeyin değerini ancak yararıyla fark edebilir.

Cehaleti iş başında görmekten daha korkunç bir şey yoktur.

En boş insanlar kendilerine çok önem verirler, mükemmeller güvensizdir, kusurlu insan küstahtır; iyi adamsa ürkektir.

Açlık nasıl en iyi baharatsa, yorgunluk da en mükemmel uyku hapıdır.

Deliler ve akıllılar aynı derecede zararsızdır; yalnız yarı delilerle yarı akıllılar çok tehlikelidir.

Onu sevmen doğaldı, ona evlilik vaat etmen bir delilikti; bir de sözünü tutmuş olsan iyice çılgınlık olurdu.

Pek çok şeye katlanmak zorunluluğunu, bir tek "evet" sözü doğurur. Dünyada bu kadar çok hareketli şeyin arasında evliliğin sonsuz sürekliliğe dayanması, onun aksayan bir yanıdır.

İnsan kendine çok şeyler ister; ama pek azına ihtiyacı vardır.

Kadından şikâyetçisin; bir erkekle öteki arasında sallanıp duruyormuş! Onu kınama; aradığı kararlı bir erkektir.

Dünya, görünüşe göre hüküm verir.

Yaratılıştan sahip olup da erdeme dönüşemeyecek hiçbir kusurumuz, kusura dönüşemeyecek hiçbir erdemimiz yoktur.

Büyük ve akıllı ne varsa, azınlık olarak vardır.

Akıl zirvesinden aşağıya bakıldığında bütün hayat berbat bir hastalık gibi görünür, dünya ise bir tımarhane gibi.

İnsan dünyada hiç de vazgeçilmez olmadığını ne kadar erken anlasa azdır.

Bütün iyiler kanaatkardır.

İnsanlar, gülünç buldukları şeyde olduğu kadar hiçbir şeyde karakterlerini ortaya koyamazlar.

Bilgelik yalnızca hakikattedir.

Bir başkasının büyük meziyetlerine karşı, sevgiden başka kurtuluş çaresi yoktur.

Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan kimse korkunçtur.

Birkaç insan eğer birbirlerinden pek memnunlarsa, çoğunlukla emin olabiliriz ki yanılmaktadırlar.

İnsan hep olmadığı şeye özlem duyar.

Herhangi bir devletin niteliği hakkında en doğru bilgiyi veren, oradaki mahkeme ve ordunun niteliğidir.

Şimdiki zaman, taptığım tek tanrıçadır.

    5 Nisan 2012 Perşembe

    SİZİN SON DİLEĞİNİZ NE OLURDU..

     
     
    Amerika''da bir Üniversitede, Profesör derse şöyle başlamış:
     - "Düşünün ki bugün dünyanın son günü. Yarın bu saatte her şey bitecek.
    Kurtuluş şansınız yok. Bugün ne yapardınız?"

    ... Tüm öğrencilerden birçok değişik cevap gelmiş:

    - İbadet eder Allah'dan günahlarımı affetmesini dilerdim,
    - Tüm sevdiklerimle vedalaşırdım,
    - Ailemle zamanımı geçirirdim,
    - Anneme veya babama giderdim,
    - Arkadaşlarımla yarım saat eski günlerdeki gibi basket oynardım,
    - Barbekü partisi yapardım,
    - Tüm sevdiğim yemekleri son bir defa yerdim.
    - Sevgilimle son ana kadar sevişirdim.
    - Yatar uyurdum.
    - Ormanda son defa dolaşırdım,
    - Güneşin doğuşunu ve batışını son defa seyrederdim.
    - Akşam yıldızları seyrederdim.
    - En sevdiğim yemeği hazırlar tüm sevdiklerimi akşam yemeğe davet ederdim.
    - Piknik yapardım,
    - Hayatta en çok gitmek istediğim yere gider orda ölümü beklerdim,
    - Jet uçağına binerdim,
    - Üzdüklerimi arar özür dilerdim beni affetmesini isterdim
    vb...

    Hoca bütün hepsini tahtaya yazmış. Sonra gülerek ;

    -"Çocuklar bunları yapmak için dünyanın son günü olması şart mı ..?"
    diye sormuş.

    SİZİN SON DİLEĞİNİZ NE OLURDU..

    ÜMİDİMİ KAYBETMEYECEĞİM




    Arkadaşım dert yandı: "Oğluma yatarken hikaye yerine bazı biyografiler
    anlatıyorum. Picasso, Maradona, Beethoven, Che, John Lennon, Marilyn
    Monroe gibi.

    Geçen hafta nereden duydu ise Fransız ihtilali'ni anlatmamı istedi? Anlattım.

    Ama anlatırken korktum! Aklıma Adnan Cemgil ve oğlu Sinan geldi. Korktum.

    Adnan-Nazife Cemgil çifti öğretmendi.

    1940'lar başında DTCF'deki üniversite mücadelesinin önde gelen aydınlarıydılar.
    Adnan Cemgil işsiz kaldı; Hapis yattı, sürgüne yollandı. Oğulları
    Sinan Cemgil o zorlu yıllarda 1944'te doğdu. Sinan Cemgil meraklıydı;
    Babasına-annesine hep sorular sordu.

    Onlar da oğullarının anlayacağı bir dille anlattılar.
    Nitelikli bir kültür ortamında yetişen Sinan çok başarılı öğrenci
    oldu. İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca öğrendi.
    Arkadaşlarına Dante'den İtalyanca dizeler okurdu.

    Ünlü Amerikalı artist Clark Gable'nin taklidini yapıp herkesi
    güldürecek kadar espriliydi.
    ODTÜ Mimarlık'ta öğrenci iken devrimci mücadeleye katıldı. Teorik
    derinliğiyle öğrenci liderlerinden oldu. ODTÜ'de "Hoca" deme adetini
    Sinan Cemgil başlattı. "Hoca" derlerdi arkadaşları bilgisinden
    ötürü...

    Köylüleri, toprak ağalarına karşı ayaklandırmak amacıyla gittiği
    Nurhak Dağları'nda Jandarma tarafından öldürüldü. Sırt çantasından 4
    kitap, bir de kuru soğan çıktı.

    Yirmi yedi yaşındaydı. Bir yaşındaki oğluna, 21 yaşında öldürülen
    arkadaşı Taylan Özgür'ün adını vermişti.

    Oğlunun cesedini almaya giden anne Nazife Cemgil, tabut başındaki
    meraklı köylülere seslendi: "Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun
    arkadaşları (Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan), kardeşleri. Onlar da
    oğullarım.

    Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir
    istekleri yoktu.

    Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı güzel çocuklardı.

    Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı.

    Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin
    sorunlarınızı omuzladılar."

    Arkadaşım yakın tarihin bu acı olaylarını bilen biri.
    Üniversite öğrencilerine son yapılanlar arkadaşımı da korkutmuştu;
    nedeni biricik oğluydu. Oğlunun Sinan Cemgil'le aynı kaderi
    paylaşmasından korktu ve tarihsel gerçekleri anlatıp anlatmama
    kararsızlığına düştü.

    Ona Edip Cansever'in şirini okudum:
    "Utancı bilerek yaşamak korkunç / Daha korkuncu da var: utancı
    bilerekten yaşatmak..."

    ŞAİRDİLER..

    Size 68'lileri anlatmalıyım: Mahir Çayan'ın şair olduğunu bilir misiniz;

    "Güneşi batmayan bir ada/Ben ne şuralıyım, ne buralıyım/Adalıyım... Adalıyım."

    Eşi Gülten Çayan atletti; 400 metrede milli takım seviyesinde bir koşucuydu.
    Yakın arkadaşı erkekler 400 metre koşan atlet ise bugünün tanınmış gazetecisi
    Osman Saffet Arolat'tı.

    Hüseyin Cevahir edebiyat eleştirmenliğine Siyasal Bilgiler
    Fakültesi'nde başladı.

    Şiir de yazdı. Tunceli Alevi Dedesi torunu Hüseyin Cevahir, Rolling
    Stones dinlemeyi de çok severdi. SBF'nin en çalışkan öğrencisiydi;
    "devrimci başarılı olmalıdır" diyordu hep arkadaşlarına. Dürbünlü
    silahla hedef alınarak öldürüldüğünde 26 yaşındaydı.

    SBF'nin efsanevi hocalarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya,
    derslerinden hep tam not alan Cihan Alptekin'i yakından tanımak için
    evine davet etti. "Laz uşağı" Cihan yaşasaydı belki önemli anayasa
    profesörlerinden biri olacaktı. Öldürüldüğünde 25 yaşındaydı.

    Tunceli'de yakalanıp işkenceyle öldürülen İbrahim Kaypakkaya'nın
    elinden; Varlık, Papirüs, Soyut, Türk Dili gibi edebiyat dergileri
    düşmezdi. Türk dilinin yapısını, sözcük hazinesini, şiirdeki gücünü ve
    müzikalitesini araştıran şair Kaypakkaya öldürüldüğünde sadece 24
    yaşındaydı.

    ODTÜ'NÜN DONLARI..
    1971 darbesinde Sansaryan Han'daki işkenceler sırasında polisler
    önemli bir delil buldu; devrimcilerin hemen çoğunda aynı tip mavi ya
    da kırmızı külot vardı.

    Sordular;

    "bu donların anlamı ne; mavi ile kırmızının farkı ne; bunlar THKO'nun
    rütbeleri mi?"
    İşkencedeki sporcu gençler gülmemek için kendini zor tuttu, "bunlar" dediler;

    "ODTÜ Spor Kulübü'nün donları!"

    Futbolu severlerdi kuşkusuz...
    Devrimci Öğrenciler Birliği'nin tümü Beşiktaşlı'ydı.

    Çarşı'nın devrimciliği nereden geliyor sanıyorsunuz?

    68'lilerden futbol takımı kurulsa Deniz Gezmiş ilk 11'e mutlaka alınırdı.
    Deniz'in ayrılmaz parçası Cihan Alptekin de...

    Mahir Çayan ise kesin teknik direktör;

    çok sevdiği futboldan iki bacağına takılan platin çubukları nedeniyle
    erkenden koptu.
    Deniz Gezmiş sahada kesin hakemi kandırmaya çalışırdı.

    Onun mizahçı yönü bilenmeden Deniz Gezmiş portresi yazılabilir mi?

    Beyaz at üstünde ODTÜ yurdunda kız arkadaşına serenat yapan bir romantikti o.

    İdam edildiğinde henüz 25 yaşındaydı.

    Aşkı da yaşadılar doyasıya...
    Sevgilisini son bir kez daha görmek için saklandığı evden çıkan
    ODTÜ'lü Koray Doğan, sırtından yediği polis kurşunuyla sevgilisinin
    evinin önünde can verdi. O da 25 yaşındaydı.

    O kuşak 1 kişiyi bile öldürmedi; ama tam 43 can verdiler.

    Oysa...
    Okul koridorlarında gazoz kapağıyla futbol oynayan bir kuşaktı onlar.
    Sanmayın ki fasulyesine poker ya da blöflü pişti oynamadılar?
    Sanmayın ki kolalı votka içmediler? Ya da rakı?
    Emel Sayın konserine gitmediklerini mi düşünüyorsunuz?
    Muhammed Ali, Joe Frazier'e yenildiğinde üzülmediklerini mi sanıyorsunuz?
    Ya da hiç küfür etmediklerini mi?

    En güzelini de bir ağız dolusuyla Deniz Gezmiş ederdi.

    Ve yine Deniz Gezmiş her fırsatta en sevdiği türküyü söylemez miydi:

    "Ne ağlarsın benim zülfü siyahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama /
    Göklere erişti
    feryadım ahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama..."

    DİLLERİNDEKİ ŞARKI; IMAGINE
    Delikanlıydılar. İdealisttiler. Devrimciydiler. Bozulmamış saf bir
    kuşaktı onlar.

    Kızıldere'de katledilen Kazım Özüdoğru gibi, "halka inmeyi" ayakkabı
    boyacılığı yapmak sanıyorlardı. İşten atılan Çorumlu belediye işçileri
    için yürüdüler. Kürtler için de yürüdüler; Kürtçe slogan atıp, Kürtçe
    şiirler okudular. Varto Depremi nedeniyle kan bağışı kampanyası
    düzenlediler. Azgın Zap Suyu'na köprü inşa ettiler. Pancar, tütün,
    fındık, haşhaş mitingleri yaptılar.

    Tam bağımsızlık için "Mustafa Kemal Yürüyüşü" düzenleyip Samsun'dan
    Ankara'ya yürüdüler. Atatürk heykelleri tahrip edilmesin diye geceler
    boyu nöbet tuttular.

    68'li kızlar da vardı bu eylemlerde;

    Hem de mini etekleriyle. Hippiler yok muydu? "Özel okullara hayır"
    yürüyüşünde, uzun saçlı genç üniversiteli, sarışın kız arkadaşıyla hem
    sarmaş dolaş yürüyor hem de slogan
    atıyordu. O hippi; Kızıldere katliamından tek sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü'ydü.

    Hayalleri vardı; dillerinde ise John Lennon'un "Imagine" şarkısı...

    SBF'NİN DANS PARTİLERİ..
    Mahkemedeki savunmaları sırasında, Mevlana resmi çizip altına "Ben
    İnsanım" yazıp, hakime gönderecek kadar bu ülke değerlerine inanan bir
    kuşaktı. Resimden, edebiyattan gelmişlerdi. Ellerinden kitap düşmedi
    hiç. Nice yazarlar çıkarmaları boşuna değil. ODTÜ
    İnşaat'tan "Balık Memet" yani yazar Mehmet Eroğlu'nu okumayanınız var mı?

    Dans da ettiler:

    SBF yatılı öğrencilerinin Salı ve Cuma akşamları 18.45-20.00 arası
    dans partileri vardı.
    Carmina Burana'nın Türkiye'deki ilk bale gösteriminde harikalar
    yaratan balet Aydın Erol unutulabilir mi? Ya da; onca işkenceye rağmen
    cezaevinin soğuk koğuşunda bale yapan 20 yaşındaki balerin kız Ayşe
    Emel Mestçi? Anadolu türkülerini, Dadaloğlu'ndan Aşık Veysel'e şehre
    getiren 68'liler değil mi?

    Tiyatro da yaptılar;

    Uluslararası Üniversite Tiyatroları Festivali'nde üçüncü oldular.
    FKF ilk başkanı İzzet Polat Ararat'ın DTCF tiyatro bölümü öğrencisi
    olması tesadüf mü?
    ODTÜ Sosyalist Kültür Kulübü üyeleri Ali Artun ve Yılmaz Aysan'ın
    bugünün tanınmış sanat galerisi Nev'in sahipleri olması, o dönem
    birikiminin ürünü değil mi?

    Dağcılık kulüplerini üniversitelerde ilk kimler kurdu sanıyorsunuz?

    Türkiye'de bu sporun gelişiminde 68'li Fikret Gürbüz, Tuncer Gürdil,
    Uçmaz Sungur, Sönmez Targan ve nicelerinin katkıları unutulabilir mi?

    Ardı ardına şampiyon olan efsanevi İTÜ basketbol takımının temelini TMTF İkinci
    Başkanı Cavit Savcı atmadı mı?

    Maratoncu Mehmet Yurdadön ülkeye madalyalar kazandırmadı mı?
    ODTÜ'lü Ömer Gürcan cezaevine sokulmasaydı, idam edilen babası Fethi
    Gürcan gibi ülkemizi binicilikte birincilik kürsüsüne çıkarır mıydı?
    SBF'nin tanınmış milli güreşçileri Necati Sağır, Mustafa Aynur aynı
    zamanda THKP-C'li değil miydi?
    Bugün judo ve karate de madalya alanlar, bu sporun gelişmesinde büyük
    emeği olan
    Murat Özdabak'ı anımsar mı?

    Peki ya boksörler milli sporcu Taşkın Konuralp'in adını duymuş mudur?
    ODTÜ Motor Kulübü'nün kurucularından Tayfur Cinemre motosikletiyle kimleri
    taşı madı ki; Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Cihan Alptekin...

    Fenerbahçe takımında yelken yapan Taner Türkantöz Mahir Çayan'ın en
    yakın yoldaşıydı.

    Hangisini yazayım? 68 kuşağı bu özellikleriyle neden anlatılmaz?
    Oysa... Toplumsal bir gelecek hayali kuranlar bu mirası her yönüyle bilmelidir.

    HALA 68'Lİ BİR DEVRİMCİ: YAŞAR YILMAZ
    İstanbul Teknik Üniversitesi inşaat bölümü öğrencisiydi.
    İTÜ Öğrenci Birliği başkanlığını Harun Karadeniz'den sonra devraldı.
    Hakkari'ye "Zap Suyu üzerine Devrimci Gençlik Köprüsü" yapmaya giden
    84 devrimciden biriydi. Deniz Gezmiş'in yakın yoldaşıydı. Devletin
    ceberut baskısından her 68'li gibi o da nasibini aldı: 1971 darbesinde
    Ziverbey Köşkü ve Harbiye'de ağır işkencelerden geçti.

    Yaşadıkları; 2,5 yıl cezaevi arkadaşlığı yaptığı Yılmaz Güney
    tarafından yazılan "Sanık" adlı öyküye konu oldu. Mahkemedeki
    savunmasını ise "Söz Sanığın" adlı kitabında kendi yazdı. Maltepe ve
    Selimiye cezaevlerinde 5,5 yıl yattı. Hapisten sonra hep "sakıncalı"
    oldu; ekmeğini taştan çıkardı.

    Sonra bir gün karar verdi; mühendisliği bıraktı; "ülkeme hizmet
    etmeliyim" diye düşündü.
    Anadolu topraklarını 2,5 yıl karış karış dolaştı. Unutulmaya yüz
    tutmuş, sahipsiz bırakılmış, 115 antik kentteki 119 antik tiyatroyu
    inceledi. "Anadolu Antik Tiyatroları" adıyla kitaplaştırdı. Bu çalışma
    Kültür Bakanlığı'nı heyecanlandırmadı. Fakat Avusturya Kültür
    Bakanlığı, Yaşar Yılmaz'ı Salzburg'taki Mozart Üniversitesi "Antik
    Çağda Akustik ve Ses Dağılımı" konusunda konuşma yapmaya çağırdı.
    Çünkü bugüne kadar bilinmeyen 2 önemli bulgu keşfetmişti. İlki sesin
    iletilmesiydi: Sahnedeki oyuncu, şarkıcı, konuşmacı ya da müzik
    aletinden çıkan sesin 20-25 bin kişilik açık hava tiyatrosunun en uzak

    basamaktaki izleyiciye kadar gidebilmesini, o dönemin mühendisleri
    orta yola "sırtlı koltuklar" yerleştirerek sağlamışlardı. Ses,
    koltuğun sırtlığına çarpıp yukarı basamağa kadar çıkabiliyordu. İkinci
    buluş ise bugüne kadar düşünüldüğü gibi ilk tiyatro Antik Yunan
    uygarlığı döneminde değil, Erken Dönem medeniyetleri döneminde
    yapılmıştı ve ilk açık hava tiyatroları taş değil ahşaptı.

    HIRSIZLARIN PEŞİNDE BİR 68'Lİ..
    68'li devrimci Yaşar Yılmaz antik tiyatrolar çalışmasını bitirdikten
    sonra köşesine mi çekildi. Hayır. 5 yıl önce, Anadolu'dan yağmalanan
    tarihi eserlerin ve kültürel varlıkların peşine düştü. ABD, İngiltere,
    Avusturya, Almanya, Danimarka, Rusya, ve Yunanistan'a gitti. Yüzlerce
    müze gezdi. Türkiye'den kaçırılan 40 bin eseri buldu ve fotoğraflarını
    çekerek belgeledi. Neler bulmadı ki:

    Paris Louvre Müzesi:

    Mağnesia'daki ünlü mermer tapınak kabartmaları, Asos'dan sökülen
    tapınak parçaları ve yüzlerce dev boyutlu mermer, bronz heykeller.
    Hitit, Urartu, Bizans, Selçuklu, Osmanlı eserleri.

    Londra British Museum:

    Ksantos'dan (Eşen-Antalya) Nereitler anıtı, Knidos'tan (Datça) 600
    civarında büyük boy heykel, Mozeleum (Bodrum'daki ünlü, dünyanın 7.
    harikasının mermer süslemeleri ve heykelleri).

    New York Metropolitan Müzesi:

    Sardes'ten (Salihli) sütun ve diğer eserler, Bergama'dan büyük bronz
    heykel, Priyene, Milet ve Efes'ten heykeller, mermer lahitler,
    Kültepe'den (Kayseri) Sümer-Asur dönemi eserleri.

    Boston Müzesi: Asos eserleri

    Washngton Dumborton Oaks Müzesi: Antakya mozaikleri ve Bizans eserleri.

    Baltimore Müzesi: Antakya mozaik koleksiyonu.

    Chicago Sanat Müzesi: Selçuklu- Osmanlı eserleri.
    Chicago Üniversitesi Şark Eserleri Enstitüsü Müzesi: Alişar eserleri.
    Los Angeles Getty Villa : Burdur- Antalya yöresinden Kremna mermer
    kadın heykelleri.

    Viyana Ephesus Müzesi : 50 m 'ye yakın mermer duvar frizleri Efes'ten
    giden binlerce eser.

    Berlin Alte Müzesi : Priyene, Milet'ten mermer heykeller.
    Berlin Pergamon (Bergama) Müzesi : Büyüktapınak, Milet ve Priyene'den
    tapınaklar, Zincirli'den Hitit tapınağı, Hattuşaş'dan heykeller, 33
    metreye 14 metrelik dev boyutlu Milet pazaryeri giriş duvarı ve
    Selçuklu dönemi camilerine ait eserler.

    Tübingen Üniversite Müzesi: Antakya'dan heykel ve Troya eserleri.
    Danimarka Ulusal Müzesi: Troya eserleri.
    Kopenhag David Müzesi: Selçuklu eserleri, Konya'dan türbe sandukası, Cizre
    Camii'nin ünlü tokmağı başta olmak üzere 14 ve 16. yüzyıl çini koleksiyonu.
    Daha sırada 60 bin eser var. Yaşar Yılmaz çalışmalarını sürdürüyor.
    Evet, 68 kuşağı yazmakla bitmeyecek bir destandır...değerli bir dostun sayfasından alıntıdır

    SAMİMİYET

     
    SAMİMİYET istiyorum artık,

     __Boğuldum dili SÜSLÜ, ama yürekleri BOŞ kişiliklerden.
    ____Kendimi ne kadar UZAKLARINA atsam da,
    __Yinede dili yüreğinden büyük bir VEFASIZIN girdabında buluyorum kendimi.
    ________Ve daha derin KAZIYORUM, YÜZLERİNİ hatırlamak bile istemediğim
    ... __________Tüm İKİYÜZLÜLERLE geçirilmiş zamanımın çukurunu.
    __________Onları ZAMANA, ben kendi İÇİME gömülüyorum.
    ________Onlar mümkün olan her eli tutup adına SEVGİ diyorlar,
    ______Ben ise sevgide mümkün olmayan her şeye sırtımı dönüp
    ____Adına YALNIZLIK diyorum.
    __Sevgiler AYAĞA düştüğünden bu yana,
    El üstünde tuttuğum YALNIZLIĞIMI, daha çok SEVİYORUM

    ҉ .҉.
    ……………… ҉ .҉ .҉.
    .…………….((“,^_^”,))
    ….………….…))…..((............... ...
    ¸.•*¨*•♫♪♪♫•*¨*•.¸¸¸.•*¨*•♫♪♪

    Sevmek

     
     
    Sevmek ♥ Bıkmadan usanmadan sabırla yol beklemektir.
     Sevmek ♥ Sahiplenmektir, korumaktır.
    Sevmek ♥ Şefkattir, merhamettir.
    Sevmek ♥ Nakış nakış dokumaktır duygularını.
    Sevmek ♥ Gerektiğinde nefsine dur diyebilmek,
    ... Sevmek ♥ Her şeyden önce gururunu yenebilmektir!..
    Sevmek ♥ Cesur olmaktır
    Sevmek ♥ En olmadık yerde hayatını ortaya koyabilmektir
    Sevmek ♥ Neden ve ne olursa olsun, kin beslememek, nefret etmemektir!..
    Sevmek ♥ Konuşmadan anlaşabilmek,
    Sevmek ♥ Her karara saygı gösterebilmek, paylaşmayı kabullenmektir.
    Sevmek ♥ İncinsen de, kırılsan da asla küsmemek,
    Sevmek ♥ Sanki hiçbir şey olmamışçasına, çarpıp çıktığın kapıdan dönebilmektir!.
    Sevmek ♥ Yetti gayri dememek,
    Sevmek ♥ Yorulmak nedir?..Usanmak nedir?..Bilmemektir!..

    SEVMEK HERŞEYE RAĞMEN.. '''İYİ Kİ VARSIN ''' DİYEBİLMEKTİ.

    ♥♥░(¯`:´¯)░♥ ♥ ♥
    ░.(¯ `•.\|/.•´¯)♥ ♥
    ░(`♥•.(۞).•´¯)░(¯`:´¯)♥ ♥
    ░ (_.•´/|\`•._)(¯ `•.\|/.•´¯) ♥ ♥