23 Eylül 2011 Cuma

Keşkelemek istemesem de…



Bugün biraz huzursuzum. Havalardan mı yoksa havamdan mı kaynaklanıyor bilmiyorum
 ama bu sıralar pek sevmiyorum hayatı. Hayat da beni pek sevmiyor olacak. Küçücük bir dünyaya hapsolmuş kapana kısılmışım. Ne yaparsam yapayım havalandıramıyorum kalbimin odalarını. Nefes alamaz hale geldim bu aralar. İnsan nefessiz yaşayabilir mi acaba? Peki ya mutluluk olmadan.
Küçük bir çocuk olmak istiyorum son zamanlarda. Sokaklarda top koşturmak, bir kedi yavrusunu köşeye sıkıştırmak, komşunun çocuğuyla yumruklaşmak, kızlarla evcilik oynamak. Baba olmak istiyorum o yaşlarda. Hükmetmek istiyorum hayata içimdeki ataerkilliği yaşamak istiyorum özgürce. Ve sonra da öpmek istiyorum bir kızı yanağından, yüzüm kıpkırmızıyken. Sonra unutmak istiyorum tüm bu yaptıklarımı akşam yemeğine oturmadan.
Elimi cebime atıp şıkırdatmak istiyorum hava atmak istercesine bilyelerimin sayısıyla. Rengarenk ve çizikler içinde kalmış çocukluğumun en güzide oyuncaklarıydı onlar. Hatta ergenlik dönemine kadar sakladığımı hatırlıyorum çocukluğumun o saf mutluluğunu. Ve birden kayboldular tıpkı hayatımın geri dönülmez zamancıkları gibi.
Acıktığım zaman koşardım en mutlu halimle babaannemin yanına. Bazen de bir komşum olurdu. Hiç fark etmez mutlaka bulurduk üzerine salça sürülmüş taze ekmek uzatan gülen yüzleri. Sevgi dolu bakışlara karşılık verirdik masum teşekkürlerimizle. Yemeğimiz bitti mi dayardık ağzımızı o acayip sesler çıkaran küçücük çeşmeye. Ve kana kana içerdik o sudan akşamına hasta olacağımızı bile bile. Koşardık özgürce, bazen düşerdik parçalardık dizlerimizi. Şimdikiler gibi hastane nedir bilmezdik. Bizim “ kalk, kalk bişey olmaz, hem erkek adam ağlar mı bakayım” diyen sokaktan geçmekte olan tanımadığımız insanlarımız vardı.
Bizim eve giriş saatimiz yoktu. Çünkü herkes bilirdi eve ne zaman gireceğini. Kurallar içinde kuralsız görünen hayatlarımız vardı. Ezan okunma saatiydi annelerimizin balkona çıkarak isimlerimizi haykırmaya başladığı vakitler. Ve asla hemen gidemezdik eve. Tamam derdik sanki kandırdığımızı sanarak o eşsiz insanlara.
Ardından temizlik işkencesi başlardı eve girer girmez. Dayak mı yerdik yoksa mikroplardan mı arınırdık bilemezdik. Ama kış aylarında titreye titreye koşardık sobanın yanına. Bir sevgiliye sarılır gibi sarılırdık yeni ısınmakta olan sobanın o duygusuz ama sıcacık borularına. Ve beklemeye başlardık evimizin direğini. Kapının açıldığını duyar duymaz koşardık terlikleri almaya, heyecanla. Hele bir de kapı açılır açılmaz o kocaman insanın elinde bir poşet görmeyelim. Mutlaka çikolatamız vardır en lezzetlisinden ve de en yemekten sonra yenileninden.
Yemekten sonra bir kavga nedenidir sofranın yerini gırgırlamak. Ve sıkıcıdır haberleri izlemek akşamın derin karanlığında. Hatırlıyorum da tüm kanallardaki spor haberlerini izlerdik bir kumanda sihirbazlığı yapmışçasına. Ardından herkesin izleyebileceği dizilere bakardık, öpüşme sahneleri çıktığı zaman kanalın değişeceğini bilerek.
Gözler yavaş yavaş kapanmaya başladı. Annecim sanırım benim uykum geldi. Yine uyuyabilir miyim eskisi gibi dizlerinde. Yine kucaklayıp yatağıma götürebilir misin beni baba?
Sanırım ben büyümek istemiyorum. Çocukluğumu özletiyor bu hayat bana.
Ama sanırım ben büyüdüm, keşkelemek istemesem de…

Mehmet YILMAZ
Psikolojik Danışman

SEVGİ VE IŞIKLA KALIN DOSTLARIM
NEVVAL TABAK..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder